Ana içeriğe atla

Orhan Dedeoğlu’nun ardından

Aslında bir ustanın ardından demem lazım sanırım, çünkü en çok kullandığım eşyalarımdan biri onun üretimiydi. Artık bir ustanın eseri olan eşyalarımız ya azaldı ya da biz ustanın kim olduğunu bilmiyoruz. Bununla birlikte bu tarz eşyalarımız, hele bir de kullanışlıysa, daha değerli, daha özel oluyorlar. Bir terziye ısmarlama diktirdiğimiz giysilerimiz ya da ayakkabılarımız gibi. Ama hak verirsiniz ki hiçbir giysi ya da ayakkabı her gün giyilmez, mevsimine göre, ihtiyaca göre, ortama göre sırayla giyilir. Ama evimizde olduğumuz sürece her gün giydiğimiz tek şey terliklerimizdir. Çok terlik eskitmişimdir, zaten terliklerde kullanılan malzeme de pek sağlam olmadığı için durduğu yerde bile eskir, dağılır bazı terlikler. Mağazadan en iyisini aldım deseniz de uzun ömürlü olmazlar. Dökülürler, koparlar, dağılırlar. Elbette gidip yenisini almak mümkün ama bu hızlı döngü beni hep rahatsız ederdi.

Günlerden bir gün Hacı Yusuf Mahallesindeki evime çıkarken, İnönü Caddesinde açtığı sergide Orhan Dedeoğlu’nu gördüm. El yapımı ayakkabı ve terlikler satıyordu. Bir gün merak ettim sordum, o da ürettiklerinin hikâyesini, dükkânını kapattığını, ama üretime devam ettiğini anlattı. 2000’lerin ikinci yarısıydı ve ilk terliğimi o zaman aldım kendisinden. Belki bir kere açıldı ama kendisi hemen halletti sorunu ve ben açıkçası terliklerimi ne zaman aldığımı bile unuttum. Her zaman selamlaştık, hal hatır sorduk. Sonrasında aynı yere gelmemeye başladı.

Derken bir gün pek uğramadığım pazartesi pazarının girişinde gördüm kendisini. Hemen ilk aldıklarımı daha da eskitmeden bir kenara ayırıp yeni bir çift terlik siparişi verdim Orhan ustaya. Hala onları kullanıyorum. İlk çifti de pandemi nedeniyle bizimle olan oğlum kullanmaya başladı. Derken geçen haftalarda ilk çiftin tabanında sorun çıktı ve dökülmeye başladı. Dile kolay 15 yıla yakın bir kullanım ve son bir yıl pandemi nedeniyle daha da yoğun kullanım. Bir çift daha almanın zamanı geldi dedim kendi kendime, hatta iki çift bile olur diye düşündüm, kenarda dursun. Ayağımdaki terlikteki etiketten numarasını yazdım Orhan abinin, pazartesi pazarı kapalı olduğu için nereye çıkıyor onu soracaktım.

Derken, eşim dün sosyal medyadan bir fotoğraf gösterdi ve bizim terlik aldığımız Orhan ustanın soyadı Dedeoğlu muydu diye sordu. Evet, maalesef fotoğraf onun fotoğrafıydı ve haber kendisinin bir gün önceki vefatının haberiydi. Öğretim üyesi olduğum için sanat tarihçisi olan ve akademik kariyer yapmak isteyen ve sonra da o yolda devam eden oğlunun kariyer aşamalarından bahsederdi. Son görüştüğümüzde doktoraya devam ettiğini söylemişti. Benim için kibar bir esnaf, malzemeye değer katan ve işini severek yapan bir ustaydı. Eminim ailesi ve sevenleri kendisini anılarıyla hatırlayacaklardır. Ben de ömrüm yettikçe ve her sabah ilk iş onun terliklerini ayağıma geçirmeye devam ettiğim sürece ustalığını anmaya devam edeceğim.

Geride kalan sevenlerine sonsuz sabırlar dileklerimle.  1 Mar 2021 Bandırma.

Bu blogdaki popüler yayınlar

ETLER NEDEN SAĞLIĞA ZARARLI OLDU? Tayfun Özkaya

ETLER NEDEN SAĞLIĞA ZARARLI OLDU? Tayfun Özkaya Birçok kişiden dinlemişsinizdir. Dedelerimiz ve ninelerimiz yağlı etleri yerlerdi ve şimdilerde herkesin başının etrafında akbabalar gibi dönen kanser, kalp ve damar hastalıklarını nerede ise tanımazlardı. Değişimin nedenleri çok. Bir tanesine değinelim. Bu konuda Prof. Dr. Kenan Demirkol'u dinleyelim. Kendisi Mülkiyeliler Birliğinin dergisi olan Mülkiye'nin Bahar 2009 sayısında güzel bir yazı yazdı. Derginin bu sayısı "Küresel Kapitalizm Kıskacında Tarım, Gıda ve Köylülük" alt başlığını taşıyor. İçinde benim de bir yazım olan 366 sayfalık eseri bu konularla ilgili herkese salık veririm. Kenan Hocanın yazısı "Beslenmenin Demokratikleşmesi" adını taşıyor. Evet, neden Adana kebaba konan iç yağ dedelerimize zarar vermiyordu? Çünkü,eskiden hayvanlarımız meralarda otluyor ve bugünkü gibi mısır, arpa, buğday, şeker pancarı posası veya yağlı tohumların küspesini ya hiç yemiyorlardı veya çok az yiyorlardı. Ç...

Emek ve Liyakat

Bu yıl gerçekleşen 1 Mayıs kutlamalarında her sene olduğu gibi emeğe yapılan vurgu ve verilen değer ön plandaydı. Ancak yüce bir değer olduğu tekrarlanan emek konusunda son zamanlarda öğrencilerimi motive etmekte zorlanıyorum. Bizim dönemimiz, yeni kuşaklar, şimdiki gençlik tartışmalarına girmeden öğrencilerimi olumsuz etkileyen koşullardan bahsetmek istiyorum. Mezun arkadaşlarından ve çevrelerinden duydukları belli ki canlarını sıkıyor. Üst üste yüksek puanlarla girdiği mülakatlardan eli boş çıkan mezunlarımız uzun süren sınava hazırlık dönemlerinde verdikleri emeklerin heba olduğunu düşünüyorlar. Arkadan gelenler de bu durumdan fazlasıyla etkileniyorlar. İşte bu nedenle bugün biraz liyakat ilkesinden bahsedeceğim, yani bir kimsenin, kendisine iş verilmeye uygunluk, yaraşırlık durumunun işe almalarda ve yükselmelerde gözetilmesi gereğinden bahseden liyakat ilkesinden. Başka bir yazımda kurumlar için hedefe giden her yol mubah değildir, hatta uygun da olmayabilir derken, izlenm...