Bu yıl gerçekleşen 1 Mayıs
kutlamalarında her sene olduğu gibi emeğe yapılan vurgu ve verilen değer ön
plandaydı. Ancak yüce bir değer olduğu tekrarlanan emek konusunda son
zamanlarda öğrencilerimi motive etmekte zorlanıyorum. Bizim dönemimiz, yeni
kuşaklar, şimdiki gençlik tartışmalarına girmeden öğrencilerimi olumsuz
etkileyen koşullardan bahsetmek istiyorum. Mezun arkadaşlarından ve
çevrelerinden duydukları belli ki canlarını sıkıyor. Üst üste yüksek puanlarla
girdiği mülakatlardan eli boş çıkan mezunlarımız uzun süren sınava hazırlık
dönemlerinde verdikleri emeklerin heba olduğunu düşünüyorlar. Arkadan gelenler
de bu durumdan fazlasıyla etkileniyorlar. İşte bu nedenle bugün biraz liyakat
ilkesinden bahsedeceğim, yani bir kimsenin, kendisine iş verilmeye uygunluk,
yaraşırlık durumunun işe almalarda ve yükselmelerde gözetilmesi gereğinden
bahseden liyakat ilkesinden.
Başka bir yazımda kurumlar için hedefe giden her
yol mubah değildir, hatta uygun da olmayabilir derken, izlenmesi gereken kurallara
uygunluk, katılım, şeffaflık ve hesap verebilirlik gibi bir takım süreç
değerlerinden bahsetmiştim. Bunların yanında liyakat ilkesi her kurumun dikkate
alması gereken ama kamusal kaynakları kullandığı için özellikle de kamu
kurumlarında işe alma ve yükselme süreçlerinde rehber edilmesi gereken bir
ilkedir. Bizlerden kesilen vergilerle finansmanı sağlanan kamusal istihdam fırsat
eşitliği ilkesi çerçevesinde tüm toplumsal gruplara açık olmalıdır. Bununla
birlikte kamusal hizmetler o hizmeti vermeye en uygun kişiler tarafından etkili
ve verimli bir şekilde verilmelidir.
Zamanında bize öğretilen liyakat
ilkesinin en basitinden bilgi (diploma) ve emek (çaba) üzerine kurulu
olduğuydu. Ailemde hemen her fert Cumhuriyet döneminin açtığı yollardan ve
sağladığı fırsatlardan faydalanarak bir yere gelmiştir. Kendim de bir kasaba
lisesinden başladığım yolculukta girdiğim sınavlarda elde ettiğim başarılarla ilerledim.
Bu noktada benim kuşağım bu değerlerle yetişti ve emek veren arkadaşlarım
karşılığını aldılar. Oyunun kuralları belliydi ve biz tüm hamlelerimizi bu
kurallara göre yaptık.
Bununla birlikte emeğin
değersizleşmesi ve kayırmacılığın yükselmesi tüm düzeni zehirleme potansiyeline
sahip. Örneğin öğrencilerinizi çalışmaya ve çalışanın başaracağına ikna
edemezsiniz. Çünkü öğrencileriniz buna olan inancını yitirmiştir. “Karınca gibi
olun, emek verini çalışın” dediğinizde, “hocam bu devirde amcası olan ya da
dayısı olan işini hallediyor” ya da “hocam ne emeği, ihtiyaç duyulan sadece bir
diploma” diyebiliyorlar. İşte çürüme tam da bu noktada başlıyor. Hele hele
bürokrasi içinde yatay geçişlerle alakası olmayan pozisyonlara liyakat sahibi
olmayan kişilerin atamaları başlarsa bu çürümenin hızını daha da arttırır. Sonrası
da çöküştür ve açıkçası bunun önünü alamazsınız. Çünkü hiçbir sistem işlevsiz bu
kadar insanı sırtında uzun süre taşıyamaz. Bu nedenle tüm kurum ve kuruluşlarımızda
tekrardan liyakat ilkesine dönülmesi ve pozisyonların yarışmaya açılması
gerekmektedir.
Bu noktada öğrencime ne
söylediğimi merak ediyorsanız onu da paylaşayım. “Evladım dayın bugün var yarın
yok, amcanın ayağı da kayabilir. Ama sen kendi bilgi birikiminle bir birey
olarak tek başına kendi ayaklarının üzerinde durabiliyorsan bu sürecin kazananı
her zaman sen olursun.”
Evet, emek değerlidir, yücedir.
Kıymeti bilinmeli ama aynı zamanda hakkı verilmelidir.
24.05.2018